İç Güvenlik Yasa Tasarısı – Av. Yarkın Özbalcı
Avukat Yarkın Özbalcı’nın (tabiri caiz ise Bilal’e anlatır gibi) anlattığı İç Güvenlik Yasa Tasarısı konusuna dair yazısı, sadece bu konu ile değil, günümüz Devlet yapısında Hukuk nasıl işliyor anlayabilmek için her vatandaşın okuması, bir insanlık gerekliliğidir… Orjinal yazıyı birebir yayımlıyorum.
Arkadaşlar!
Bir İç Güvenlik Tasarısı’dır gırla gidiyor. Ben de size bu post’ta basitleştirilmiş haliyle hukuku ve İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nı anlatmak istiyorum. İdama ilişkin yazdığım yazı işe yaramıştı, dilerim bu da yarar. Lütfen çevrenize okutunuz. Belki bir iki kişi daha nemalanır. Ben de bu akşam film izlemek yerine, daha hayırlı bir iş yapmışım diye ziyan olan geceme bakıp bakıp hayıflanmam.
İç Güvenlik Yasa Tasarısı sürekli konuşuluyor, Meclis’te vekiller birbirini dövüyor, muhalefet de tasarıyı hep birlikte protesto ediyor.
Peki bu yasa ne? Ne getiriyor, Ne götürüyor? Bir avukat olarak ben çevremdeki insanlar ile konuştuğumda herkesin kafasının bulanık olduğu, muhalifin de iktidar yanlısının da tasarı hakkında öğrenilen cümlelerden ile gidemediklerini gördüm. Halbuki bu mesele çok ama çok önemli, insanların hayatına da doğrudan dahil olacak.
Peki niye bilinemiyor yasa ve sonuçları?
Burada klasik medyanın şarlatanlığı eleştirisi yapılıp geçilebilir ancak bir hukukçu olarak sizin de farkındalığınızı arttırmak için çuvaldızı biz hukukçuların da kendine batırması gerektiğini düşünüyorum.
Bu yüzden size önce kısaca bir hukuk özeti geçerek başlamayı düşündüm.
Temelde hukuk nedir? Düzen ve kuralları oluşturan, oluşmuş kurallar içinde uygulama geliştiren (mahkeme kararları şu, bu) kişidir.
Evinizde babanızın koyduğu kurallardan, satrança kadar her şeyin kuralı hukukun konusu olabilir ve temelde hukuktur da.
Eskiden ne yasa ne mahkeme varken toplum kendi kuralını kendi koyuyordu. Sonra başa liderler geçince, kuralı liderler koymaya başladı. Sonra liderler keyfine göre kural koyup yargılayınca (her yere kolları da yetmeyince) kadılar atadılar. Kadı kimdir? İlkel hakimdir.
Modern zamanlarda, Hukuku yazılı hale getirerek kadı adaletinden kurtarmaya çalıştı hukukçular. Çünkü kadı adaleti (taraflar Kadı’nın karşısına çıkar, derdini anlatır, Kadı da vicdanına göre karar verir) uygulayan kişiden kişiye değişmekte idi. Örneklemek gerekirse, Erzurum’da olaya bir sonuç, İzmir’de aynı olaya bambaşka bir sonuç çıkmasın istendi. Aynı şeyden dolayı bir ilde suçlu, öbüründe suçsuz olmanız size de saçma geliyordur eminim.
Bu nasıl yapıldı?
1-Kurallar yazılı hale getirildi. Böylece herkes kafasına göre kural uyduramasın istendi. Bunu kanunlar ve onların nasıl uygulanacağına dair yönetmelikler dile yaptık. Ve bütün kanunlar bir anayasaya uymaya mecbur bırakıldı. Anayasa ne? Anayasa vatandaşın hakkını düzenleyen metin aslında. Herkes eşittir, herkesin eğitim hakkı vardır vesaire, bunlar hep anayasada yazar. Anayasa temel metin olduğundan değiştirilmesi zordur. Kanunlar da anayasaya uymak zorundadır. Böylece iktidarın anayasayı değiştirme gücü olmadan, hakkı kısıtlaması engellenmeye çalışılır.
Bunu basitçe özetleyeyim. Ben anayasada herkes eşittir dedim. Sonra bir iktidar geldi, baktı ki meclisteki sandalye sayısı anayasayı değiştirmeye yetmiyor. Kanun çıkardı, dedi ki, sarışınlar eşit değildir.E ama bu anayasaya aykırı. O zaman ne yapılacağı aşağıda yazıyor.
Anlayacağınız bir şeyin kanunla düzenlenmesi tek başına yeterli değil. Anayasaya da uyması gerekir. Yani Anayasa tepede, onun altında yasa, onun altında yönetmelik. Herkes üstündekine uymak zorunda.
Peki ben anayasayı da değiştirebildim? Ve dedim ki sarışınlar eşit değildir. Gerçekten eşit olmayacaklar mı? Benzer bir şeyi Almanlar, 2. dünya savaşı sırasında Yahudilere yaptı. Onlar insan değildir dedi. Kimse de bir şey yapamadı.
Ama İkinci dünya savaşından sonra Nazi Almanların yaptıklarından sonra dünya şuna uyandı. Bir devletin iç düzenlemesi yetmez. Biz bir örgüt kuralım (birleşmiş milletler), bu örgütle insan haklarına ilişkin çalışmalar yapalım (insan hakları evrensel beyannamesi) , her devlet de bunu imzalasın ve uysun. Bunlara biz insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler diyoruz. Türkiye de anayasasında bu tip sözleşmelerin kanundan üstün tutulduğunu kabul etti. Yani çıkarılan kanunlar artık sadece anayasaya değil, insan hakları için düzenlenen ve Türkiye’nin imzaladığı tüm Uluslar arası sözleşmelere de uygun olmak zorundaydı.
Peki meclis yahut devlet üstündekine aykırı davranırsa ne olur? Bunu yapan meclis ise, kanun çıkartmıştır. Kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götürürüz. Mahkeme inceler. Anayasa Mahkemesi, Sarışınların insanlar ile eşit sayılmamasını anayasaya aykırı bulursa kanunu iptal eder. Biter gider. Yok bunu yapan devlet ise (yani bakanlıklar, valilikler vs.) yönetmelik genelge vb. Bir işlem yapmıştır, bunu da Danıştay isimli mahkemeye götürürüz. Danıştay inceler. Anayasaya ve kanuna aykırı ise, Danıştay iptal eder.
2- Bu kuralların konulmasından sonra bir de uygulama sorunu doğdu. Yani ben kuralı düzgün koydum da bakalım mahkeme bunu düzgün uyguladı mı? İzmir’den ayrı, Erzurum’dan ayrı karar çıkıyor mu? İşte bunu denetlemek de temyiz mahkemesinin görevidir. Nedir bu temyiz mahkemesi? Benim davama bakan mahkeme kanuna aykırı bir karar vermiş ise, temyiz ederim. Dosya üst mahkemeye (ceza veya tazminat vs. davası ise Yargıtay, devletin kural koymaktan başka yaptığı işlemler ise [mesela, verdiği inşaat ruhsatımı iptal etti] Danıştay) gönderilir. Onlar inceler. Bu mahkemeler de dava düzgün görülmüş mü, onu kontrol ederler ve İzmir’den farklı Erzurum’dan farklı karar çıkmasına engel olurlar.
Şimdi buraya kadar size çok karışık geldi ise, inanın oldukça sadeleştirdim. Yoksa sistem bundan daha karmaşık. Fakat temelde özet bu.
Fakat gördüğün üzere sisteme bir sürü şey eklendi ve Ben Kadı’ya gideyim, o artık ne derse’den çıktı. Bunun dezavantajı şu oldu. Hukuk insanlardan koptu. Yani sokaktaki adam artık kanun ne, tüzük ne, genelge ne, yargıtay ne, danıştay ne, anayasa mahkemesi ne, bunu bilmiyor. Kanun metinlerine bakıyorsunuz, pek bir şey anlaşılmıyor.
İnsanlara ülkemizde temel adalet dersi verilmemesi de (din-ahlak bilgisi değil sonuçta ) bunun bir diğer sonucu. İnanın, ben de Fakülte’ye girene kadar bu kadar bilgi sahibi değildim. O yüzden canınızı sıkmayın. Sizin hukuktan anlamamanızı isteyen hem hukukun karışıklığı bir yandan da devletin bizzat kendisi. Kimsenin işine gelmiyor bütün ülkeyi hukuk bilir hale getirmek.
Şimdi gelelim İç Güvenlik Yasa Tasarısı’na.
Yukarıdaki açıklamaları okuduğunuzda, bu tasarıyı neden detaylıca bilmediğinize dair bir fikir edinmişsinizdir. Fakat tasarı çok ciddi bir düzenleme. Şimdi ben yine elimden geldiğince basitleştirerek tasarıdan öncesi ve sonrasını anlatmaya çalışacağım ki, siz de ne geliyor-gidiyor’u görebilin. Bunu yaparken örnekler kullanmaya gayret edeceğim, umarım işe yarar hale gelir.
Bizim hukukumuzda polisin iki tip yetkisi vardır. Bunlardan biri adli (yani suç içeren olaylar) diğeri idari (yani suç olmamakla birlikte genel düzenlemeler)dir. Polis bazı hareketlerini adli, bazılarını idari sebeple yapar.
Polis adli olaylarda savcıya bağlıdır. Savcı kimdir? Savcı bir suç işlenmiş mi diye araştıran, delilleri toplatan kişidir. Savcının bu yaptığına soruşturma diyoruz. Savcı delillere ve iddiaya bakar, suçun işlendiğini düşünürse mahkemeye dava açar. Düşünmez ise takipsizlik kararı verir, hiçbir şey olmaz, dosya kapanır. Savcı işte bu delilleri toplarken polisi kullanır. Polisin adli (yani suç içeren olaylardaki) amiri savcıdır. Polis her şeyi onun emir ve talimatı ile yapar. Kafasına göre iş yapamaz.
Peki polis ne yapabilir?
Yakalama: Polis suç işleyen kişiyi durdurur. Yani onu yakalar ve kaçmamasını sağlar. Fakat bir yere götürmez. Mesela ben suç işledim. Polis yolda kimlik kontrolü yapıyormuş. Benim arandığım ortaya çıktı. Hop arkadaş gitme hiçbir yere diye durdurdu beni sokakta.
İfade alma: Polis bir suça ilişkin benim (ben suçun mağduru ya da suçu işleyen olmalıyım) bilgime başvurur. Dediklerimi yazar. Bana imzalatır. Dosyasına koyar. (sonra bu dosyayı suçu araştırsın diye savcıya verecek) Bunu karakoldan başka yerde yapamaz. Yapsa bile, hukuka uygun bir ifade olmaz. Yani mahkemede işe yaramaz.
Gözaltı: Herkesin tutuklama ile karıştırdığı bir konu bu. Gözaltı dizilerde “geceyi nezarette geçireceksin” denilen şey aslında. Karakolda kalıyorsunuz. Niye? Çünkü savcı diyor ki, “bu adam kaçabilir, suç işleyebilir, delil karartabilir. Sen bunu tut.” Savcı bunu demeyebilir mi? Evet demeyebilir. “İfadesini al, serbest bırak” der. Gözaltı süresi 1 gündür. Eğer örgütlü suç ise, en fazla 3 güne kadar uzatılabilir. Bundan sonra kişinin savcı karşısına çıkarılması gerekir. Aksi halde hukuksuzluk olur, polisler suç işlemiş sayılır. Kişi gözaltına girerken hastahaneye götürülür. Oradan çıkarılırken de gene hastahaneye götürülür. Böylece, polisin sizi gözaltında dövmesini engellemek istenir. Çünkü raporların ilkinde sağlam, ikincisinde dayak yemiş haldeyseniz anlaşılır ki bunu polis yapmış.
Arama: Bu da polisin sizi, evinizi, üstünüzü, başınızı arayabilmesi meselesi. Polis yine bunu savcı derse yapar. Bunlardan bazıları için (ev araması vb.) hakimden izin alınması gerekir. Eğer hakime ulaşılamıyorsa (aradık açmadı) savcıya sorar polis.
Şimdi gördüğünüz üzere sistem şöyle işliyor. Savcı polise yap diyor, polis yapıyor.
Peki bu niye böyle? Polisi bir hukukçu denetlesin diye aslında. Polis sayısı çok fazla ama pek azı hukuk eğitimi almış. Hal böyle olunca bir sürü yanlış yapabiliyorlar, dahası suç işleyebiliyorlar. Ama savcı denetleyince bu oran bayağı düşüyor. Çünkü talimatı veren savcı da topun ağzında olduğundan, polisin her canını istediğini yapmasına izin vermiyor. Ve bütün işlemler kayıt altına alınıyor. Avukat da dosyayı rahat takip ediyor. Çünkü muhatabı savcı.
Bu sistemi size örnekle açıklayayım bir de.
Karakterimiz Ayşe bir eyleme katılmıştır. Bu eylemde polisler onun suç işlediğini düşünerek yakalar (yakalama). Ardından polisler savcıyı arar. Savcı ne diyebilir? Serbest bırak, İfadesini al bırak, ya da gözaltına al. Polis de bu üçünden birini yapar. Bu arada üstünü aramak isterse gene savcıya sorar. Savcı der ki ara ya da arama. Polis duruma göre Ayşe’yi ya bırakır, ya karakola götürmek zorundadır. Başka bir şey yapamaz.
Sistem kısa bir özetle bu.
Şimdi yeni tasarı şunu diyor.
Polis karakterimiz Ayşe’yi eylemde gördü. Artık onu yakalayabilir, sokak ortasında bekletebilir, yahut olaydan uzaklaştırabilir. Ayrıca isterse Savcı’ya hiç haber vermeden, 48 saat kendisi gözaltında tutabilir.
E yani dediğinizi duyar gibiyim?
Yanisi şu dostlar,
Diyelim ki eylemle meylemle hiç alakanız bile yok. Kadıköy’de bira içiyordunuz, Polis eylem yapan grupla birbirine girdi. Sizi de arada yakaladılar. Takarlar bileğinize kelepçeyi, dikerler sokak ortasında. Ya da olay yerinden uzaklaştırabilirler. Nereye götürebilirler, bu belli değil. İsterse gider, ormana götürür ve orada bırakır sizi. Yani siz bira içtiğiniz bir akşam kendinizi ormanın ortasında bulabilirsiniz.
Hadi bu örneği daha da ileri götürelim.
Biz eylemlerde kızları taciz eden, onlara laf atan polislerin olduğunu biliyoruz. Diyelim ki kafadar polisler kadınları aldı eylemden. Götürdüler ormana. Bıraktık diye tutanak düzenlediler. Fakat bırakmadılar ve tecavüz ettiler. Ya da dövdüler. Bunu kim kontrol edebilecek. Belli değil. E gözaltındaki gibi bu kişiler hastahaneye de götürülmüyorlar zaten. Polis dedi ki, valla ben aldığımda dayak yemişti, ben bir şey yapmadım. Ya da ben onu ormanda bıraktım, sonra ne oldu ben bilmem dedi. Çünkü bu sokak ortasında bekletme veya ormana götürme için hastahane düzenlemesi yok. Gözaltı olsaydı olacaktı.
Şimdi şablon yerine oturmaya başlamıştır.
Tasarı ayrıca şunu diyor. Polis, amirinden (savcıdan değil de komiserden vs) izin alarak üstünüzü arayabilir. Yani polis bu tasarıdan sonra beni kafasına göre arayabilecek.
Bitti mi, bitmedi.
Tasarı bir de şunu diyor. Polis evde iş yerinde ifade alabilir. E alsın ne var? Şu var. Polis diyelim ki canına esti, gecenin bir vakti girme hakkı olmayan (niye, çünkü hakimden ya da savcıdan karar almamış) evinize girip ifadenizi alıyorum diyebilir. Saat 3, 5 artık ne zaman isterse. Şimdi yukarıda bahsettiğim Yargıtay ve Danıştay diyordu ki, ben polise gel desem bile polis evime giremez. Çünkü, beni belki korkuttu da izin verdim, ne belli. Bir de polis kalkıp “ben zorla girmedim, o izin verdi” diye savunma yapıyordu, karar olmadan eve dalıp insanları dövdüğü zaman. Yargıtay ve Danıştay da yok öyle yağma diyerek durdurmuşlardı bunu. Polis şu an siz isteseniz bile, karar olmadan evinize giremez. Girerse suç işler. Tasarı onaylanırsa polis tekrar bu yetkiye, bu sefer ifade alacağım bahanesi ile kavuşuyor.
Anladınız mı mevzuyu? Sizi artık kafasına göre yoldan çevirir, arar, evinize girer, ister ormana götürür, ister bambaşka bir yere. Ne yakınlarınıza ne avukatınıza da aramanıza izin vermez. Öyle kalırsınız. Elinizde belge de olmadığından ispat da edemezsiniz bir suçun mağduru olursanız.
İşte polis devleti oluyoruz derken, muhalefet iç güvenlik yasa tasarısına bu yüzden karşı çıkıyor.
Peki burada bitiyor mu, bitmiyor. Polisin eylemde kendisine sapan, molotof atan kişiye karşı silah kullanma yetkisi geliyor. “E kullansın canım, adamın hayatı tehlikede” dediğinizi duyar gibiyim. Polisin zaten kendisinin ya da başkasının hayatı tehlikeye girdiğinde önce uyarıp, sonra havaya ateş açıp, sonra kişiyi vurma yetkisi vardı.
Eee bu ne o zaman?
Valla güzel dostum, bu şu. Polis elinde molotofu gördü mü, basar alnına kurşunu, daha da hiçbir şey açıklamak zorunda değildir. Hatta ve hatta polis şunu da yapabilir. Basar alnına kurşunu, tutuşturur boş ellerine molotofu. Siler görüntüleri (Ali İsmail Korkmaz da sildiği gibi) elini kollunu sallaya sallaya gider.
Bu da meselenin neden hayati olduğuna ilişkin.
Peki tasarı sadece bunu mu yapıyor?
Hayır. Malesef burada da bitmedi. Tasarı bazı yeni suçlar da uyduruyor. Artık valilik bir karar aldığında (1 Mayıs’da gösteri yapmayacaksın) yapman suç. Normalde nasıldı? Valilik bir karar alsa bile, ben eylemde suç işlemediğim takdirde bir suç işlemiş olmuyordum. Şimdi, eyleme çıktığım an hapis cezası.
Eskiden eylemde boyalı su sıkması yasaktı. Artık serbest.
Bunun haricinde polise eylemde yardım etmeyen kamu görevlileri (TOMA’ya su vermeyen belediye başkanı) hapis cezası alıyor.
Yani polis artık sizi vurur mu, sabaha mı bırakır, gözaltına mı alır kafasına göre. Bu onun bileceği iş. Herkes de ona seve seve yardım edecek.
Şimdi hukuku da tasarıyı da bildiğinize göre, buna ilişkin muhalefete sizi davet ediyorum. Lütfen duyurun, herkes ses çıkarsın. Bu yasa çıktıktan sonra önümüz sıkıntılı. Çünkü hükümet aleyhinde yapılan her eylemde, zarar görme, hapse düşme ve öldürülme tehlikesi altında olacak insanlar. İşin acı yanı, bu hukuka uygun olacak.
Çünkü, yasa çıkarsa onu denetleyecek olan yukarıdaki mahkemeler, Anayasa Mahkemesi de, onu uygulayacak olan Yargıtay da sizi mi hükümeti mi savunur, belli değil. (Uygulamadan anlaşılan hükümeti ve polisi savunur)
Yukarıda bir ara demiştim ya, Nazi Almanyası’ndan sonra Uluslar arası sözleşmeler öngörüldü diye. Bunun sebebi şuydu. Almanlar yaptıkları her şeyi kendi kanunlarına uygun yaptılar ve onca adamın ölmesi, toplama kampında durması, aslında suç falan değildi.
Şimdi bu ülkede işlenmek istenen suçlar, kanuna uyduruluyor. Sonumuzun gerçekten hayra alamet olmadığı bir durumdayız.
Hepinize iyi akşamlar.
Edit: Bazı yerler karmaşıktı ve cümle düşüklüğü vardı. Onları düzeltip açıkladım.
Avukat Yalım Yarkın Özbalcı
1 Comment
Nurcan karadeniz · 2015-02-28 at 11:27
Iyiki böyle gençlerimiz var.
Sizlerle gururlanıyoruz.
Umudumuz sizlersiniz
Yolunuz açık olsun