Bin Jip
“Sana aşık olabilir miyim?” diye sormak için gelmiştim kapına kadar. Bakma bana öyle, “aslında” diye başlayacak bir cümle değildi bu gerçekten, çünki bu sefer örtmemiştim hiç bir davranışımı, fotokopisi yoktu ki aslını gösteriyim sana, intihar mektubu kadar içten, ve kendi el yazımla yazmıştım acılarımın rengini.
İnsanlar takılmış bir zaman hesabına, sekiz yıl, sekiz gün… Hangisi ne kadar? Kıskanır olan yakıştırandan daha fazla bu zamanda, ve ben halâ o yaşlı saatçi amcadan ikinci el zaman istiyorum, vermiyor. “Sen olsan satar mıydın?” demişti bir keresinde, “el koydular be amca” diyememiştim ama ben. Şaşırdın şimdi değil mi? Evet cevap veremediğim ender anlardan birisi. Aslında yabancı olmaman gerek, sana da haklısın demiştim de, özette cevap verememiştim. İçi boştu bakışlarımın, içim boştu, içim boşalmıştı, içimi boşaltmıştın. İmdi bakarım da pansuman niyetine değil, içimi doldurmak hevesinde mi tıkıştırırsın o pamukları? Anlamam ki ben… Ben anlamaz. Ben cidden anlamaz seni, sadece sarılıp uyumak istedimdi. Nice eski sevgililer atlası açılır zaman geçtikçe de, hiç birinde cesaret edemem çocuk mızırlığında kapıp kalemi karalayayım özgürce, sonra sana “bak, kara bulur çizdim” diyim. Yanlış anlama, çocuk dediğime bakma, benden sana zarar gelir, gelir ki tarçın kokulu odam bile özledi seni daha tanıyamadan… “Özledin mi beni?” deme sakın, ben beni bilmez artık. Tarçın adlı kırmızı kulaklı kedilerin kuyruklarına taktığım yüzüklerin gizemini anlatan kitaplar kadar tozluydum sadece, ve gözlerim pusluydu her daim. Sil istemedim, Kokuna “tenime sin” demedim. İnan senin için fazla değildim. Sana yazamadığım kaç mektup daha var bir bilsen, içimdeki korku ateşinden kül oldu her biri, bense halen seni gördüğümde sarılmanın mutluluğunu tatma derdinde olacak kadar rüzgârlı seviyorum yaşamayı. Vel hasıl, “Sana aşık olabilir miyim?” diye sormak için gelmiştim kapına kadar, evde yokmuşsun..
0 Comments